Yazmazsam çatlayacağım! Son günlerde çeşitli söylemlerle doğuluları, kürtleri, ermenileri vs. aşağılayan, barış ve kardeşlik türküleri yaymak yerine faşizm çığırtkanlığı yapan herkese acaaaaaaaaaayip kılım. Hatta meraktayım; az gelişmiş bu zihinlerin kutuplaşma merakı nereden geliyor? Buram buram ırkçılık kokan bu şovenist mastürbasyondan nasıl zewk alınabiliyor? Hangi yüzyılda yaşıyor bu insancıklar?
Geçtiğimiz yüzyılı Mehmed Uzun, “Nar Çiçekleri” isimli Çok Kültürlülük üzerine yazdığı denemesinde şöyle değerlendirmişti:
“Şu yüzyılın bize, insanlığa armağan ettiği şeylere bakın; iki dünya savaşı, sayılamayacak kadar çok -diğer halk, kültür ve gruplara karşı savaşların neden olduğu- açlık, kıtlık, sürgün, göç, pogrom, Auschwitz, Hiroşima, Nagazaki, Sibirya, Lubyinka, Halepçe ve daha neler neler… Sanki dünya, dünya değil bir ölüm tarlası, ölüm üreten, ölüm saçan bir makina…
***
Hala cayırdayarak yanan bu kanlı yüzyılın bitmesine beş yıl kaldı. 2000’li yıllar kapıda. Yüzlerce müsibete rağmen hiçbir ders çıkarılmamış gibi milliyetçilik, etnik temizleme, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık sürüp gidiyor. Irak’ta kanlı bir diktatör tüm bir şehrin üstüne saldığı zehirli gazlarıyla 5000 Kürdü, tüm bir şehrin sankinlerini katlediyor. Almanya’da ırkçıların tutuşturduğu evlerde Türk aileleri diri diri yakılıyor. Yine ırkçılar dünyanın her yanında Musevi mezarlarını ve sinegoglarını yakıp yıkıyor, katledilmiş Musevilerin bir mezara bile sahip olmasına tahammül edilmiyor. İsveç’te ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde yabancı düşmanları camileri, göçmen derneklerini, lokallerini bombalıyor. Fransa ve İngiltere’de ırkçılar bir zamanlar Fransa ve İngiltere kolonileri olan Magrip ülkelerinden ve Hindistan, Pakistan, Uzak-Doğu’dan gelen göçmenleri toplumdan dışlamak için herşeyi yapıyor. Bosna’da Müslüman Boşnak köyleri tümden boşaltılıyor, sakinleri toplama kamplarına dolduruluyor, Avrupa’nın en önemli çokkültürlü merkezlerinden biri olan Saray Bosna durmadan bombalanıyor, ekmek kuyruğunda bekleyen halk bombalarla katlediliyor. Türkiye’de hiçbir kültürel hakka sahip olmayan Kürtlerin, isimleri çoktan türkçeleştirilmiş 2000 civarında köyü topyekun boşaltılıyor, ormanlar yakılıyor. Çok renkli bir mozaiğe sahip Lübnan’da dini ve etnik gruplar birbirine düşman hale getiriliyor. Doğu Avrupa, Baltık ülkeleri, Kafkaslar, Asya, Orta-Doğu, Afrika, Uzak-Doğu, Tibet, Çin, Latin Amerika, ABD… her yerde milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığının tutuşturulduğu alevler, gökleri saran dumanlar. Ve timsah gözyaşları. Rusya’nın Sırplar için, Türkiye’nin Boşnaklar için, İran’ın Azeriler için, Irak’ın Filistinliler için, Fransa ve İngiltere’nin çeşitli ülkelerdeki Hıristiyan azınlıklar için, daha başka ülkelerin de “biz” kategorisinde gördüğü başka gruplar için döktüğü timsah gözyaşları. Kapısının önü kir, pas ve tozdan geçilmeyen kötü ev sahibinin komşularının kiri ve pası için kopardığı kıyamet. Normal hale getirilmiş bir ikiyüzlülük, riyakarlık ve yalan. Kanla birlikte dalga dalga genişleyen ve herşeyi boğan yalan.”
Peki bu yüzyıldan umutlu muyuz..?
İşte benim umudumu en çok şu kırıyor; okumuyoruz ama ne çok konuşuyoruz… Eminim yukarıdaki bir paragrafcık yazıyı bile üşenip okumuyoruz. Bırakınız son 100 yılı, yakın geçmişimizi dahi bilmiyoruz ve bundan da utanmıyoruz. Bu yüzyılı da böylece heba ediyoruz. Hiçbir bilimselliğe, veriye dayanmayan, insanlığa sığmayan laflar edip, “diğer”imizin haysiyetiyle oynuyoruz.
Biz-Onlar çıkmazında kendi “biz” ine kafayı takmış ve onların “biz” ini tehdit sayan herkesin durup biraz düşünmesi gerekmiyor mu..?
Mehmed Uzun’un aynı eserinden bir alıntı daha yaparak konuyu kapatıyorum. Sorumun cevabına gelince; “insan”ın olduğu her yerde umut da yeşermez mi?
- “İnsani, kültürel diyalog;
- etnik, kimlik ve kültürel hakların sonuna kadar serbestliği, sonuna kadar kullanılması;
bölünme, bölücülük değil, yerelliği koruyarak, farklılığı teşvik ederek, renklendirici işlevini görerek, harcı eşitlik ve özgürlük olan daha üst, daha güzel, daha renkli birlikler;
- etnik aidiyetle değil, yasal ve demokratik vatandaşlık bağlarıyla oluşturulmuş bir eşitlik;
- diller, kültürler, dinler ve gelenekler arasında, herbirinin farklı mantığını, üslubunu, tarzını koruyarak, edebiyat, sanat, müzik, kültürel ortaklık, tarihsel bağlarla kurulmuş sağlam köprüler;
- başkalarının da onurunu, haysiyetini, geleceğini, dilini, kültürünü hesap ederek, onların bir tehdit unusuru değil zenginleştirici bir canlı varlık olduğunu bilerek, insanlığın ve doğanın o müthiş uyumuna saygı göstererek kendi “bizimizi” düşünmek.
Yani sadece insan olmak, başka hiçbir şey değil.”