Pazar, Nisan 25, 2010

fotoğraf makinasıyla taxime yürüme macerası

Uzun zamandır (diyebilirim ki yıllardır) profesyonel bir fotoğraf makinası almak, diyaframdır, enstantanedir, bunları bir bir öğrenmek ve portre çekmek istiyordum. Demekki insan birinden ilham alınca cesaret de geliyor… Sonunda oldu anlayacağınız! bir makina aldım ve esas dinamikleri kabaca da olsa öğrendim.

Oyuncağımı alıpta ilk sokağa çıktığımda pek mutluydum ama garip başka şeyler de hissettim. Utandım mesela! Sonra birazda gerizekalı gibi hissettim. Böyle boynumda makina asılı felan… Millet çarşıda normal hayatın akışında… bense durmuş (mal mal) onlara bakıyorum, çıkırt çıkırt bir poz çekme halindeyim… antipatik bir hal gibi geldi bana... ya da ne bileyim garip bir haldi. Alışacağım heralde diyerek bu garip hali hoşgörmeye çalıştım :)

Bir de aklımda şöyle bir tema vardı: “rızkını sokakta arayanlar”. Ama fakir halkın yalın ayak fotoğraflarını çekip, bunu da sanat diye yutturan, entel dantellere de kılım! Neyse… kendimi bu gıcık dantellerden de bir şekilde dışladım işte…. Dediğim gibi mal halimi de hoşgörerek yürümeye koyuldum…

Kendi kendime diyorum ki “sakin hocam ya, yürü işte, insanlarla konuş, insan ol biraz, zenginleş felan…”. Bu şekilde inanmayacaksınız ama astoria dolaylarından başlayıp taxime kadar yürüdüm! Resmen her adım başı konuşmak istediğim bir insan var! ama bir türlü konuşamıyorum!? Tam diyorum şu amcayla konuşayım, yaklaşıyorum, yok, tısss, transit geçiyorum… aha diyorum tamam, neyse bak şu köşedeki simit satan amcayla konuş, yok anam babam yok… :( lan dedim ben ne tip bir gerizekalıymışım (ingilizcesi daha güzel sankü looser) yaa… sonunda tam taxime varmak üzereyken bir amcaya denk geldim. Öyle keyifli dondurma yiyordu ki anlatamam. Bu ortak yön, cesaret vermiş olacak ki sonunda konuşmayı başardım! :) o da bana amanin bir poz verdi, hiiiih nasıl doğal, nasıl samimi… Amaa doktor onu da ben çekemedim :( resmen heyecandan heba ettim!

İlk anım böyle sonuçlansa da garip bir şekilde umutlu ve mutluyum :)

 

yaşlı dedi: "delikanlı hoşgeldin,"
delikanlı dedi: "ben yolcuyum, rüzgarın peşine düştüm, geldim."

pîrê go: "lo ciwano tu bi xêr hatî"
ciwan go : "ez rêbiwar im, ketim dû bayê

de bila beto

Çarşamba, Nisan 21, 2010

5film / 5çağrışım / 5şarkı

Sukkar banat / aşkın yarattığı hayalkırıklığı, kalp ağrısı / mreyte ya mreyte

Exit through the gift shop / hayatını sokak sanatçısı olmaya, düşünmeye, üretmeye adamış özel ruhlar / tonight the streets are ours

No one knows about persian cats / yeraltından yükselen ve engellenemeyen rock / persian

A single man / onsuz hayatın anlamını yitirmesi, derinden gelen ölme isteği / george’s waltz

Mine Vaganti / kalpten kurulan derin bağlar; insanı insan yapan ve yaşamı güzel kılan… / 50 mila

Salı, Nisan 20, 2010

Gürültü Ustaları

jack-page-edge1 U2’dan The Edge, Led Zeppelin'den Jimmy Page ve The White Stripes'dan Jack White’ın bunca yakınına girmek, onların ağzından kendi hikayelerini dinlemek, yaratıcı süreçlerini, sancılarını, mabedlerini, gitar çalışlarını, müzik arşivlerini, uçak cockpiti gibi amfilerini, etkilendikleri akımları, müzikleri dinlemek muhteşem bir deneyimdi. Plak arşivlerinin de ayrıca hastası oldum…

Özetle pazar pazar, hem de 21:30 seansına sinemaya gitmemize değdi! Orjinal adıyla “It Might Get Loud” çok değişik bir deneyim. Özellikle gitarla ve müzikle ilgilenen herkesin bu filmi görmesi gerek. Kaçırmayın!

Çarşamba, Nisan 14, 2010

A Single Man

SetNewCropBoxA Single Man, bir İngiliz Profesörünün 1962 Amerikasında, sevgilisi Jim’in ölümünden sonra intihar etmeye karar verdiği ve hazırlıklarını yaptığı o bir günü anlatıyor.

Filmi izlerken daha ilk sahnede güne başlamanın sancısını midenizde hissediyorsunuz; duş almak, giyeceğiniz kıyafeti seçmek, giyinmek ve gerçekte hiçbir sebep bulamazken güne başlamak…

Colin Firth’un neden en iyi erkek oyuncu dalında Oscar’a aday olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hatta Venedik film festivalinde en iyi erkek oyuncu seçilmiş; hakkıdır vallahi bravo diyorum!

Ölüm ile yaşam arasında kalan bu bir günü, yönetmen koltuğunda ilk kez gördüğümüz, Gucci markasının yaratıcısı Tom Ford oldukça etkileyici aktarmış. Gerçektende film, yakın çekimleri, harika fotoğraf kareleri, deli, isterik kadın figürü Charley (Julianne Moore oynuyor), şiirsel flachback’leri ve genel olarak ortaya koyduğu samimiyeti ile kalbe dokunuyor.

Filmden çıktığımda birçok şey düşünmekle birlikte bir söz takıldı aklıma. George, bir sahnede mutluluğu şöyle tarif ediyordu; “hayatımda en çok, biriyle ruhen buluşup a’nı paylaştığım zaman mutlu oldum…” ya da bunun gibi birşeydi söylediği. Ruhen buluşabildiğin (ingilizcesi daha güzel bence: connected) biriyle a’nı paylaşmak… Peki benim mutluluk tarifim neydiki..?

resim004 resim015

resim005 resim014

resim016 resim011

Pazar, Nisan 11, 2010

kukla festivali

istanbul-kukla-festivali-afis

Program için tıklayın

Cumartesi, Nisan 10, 2010

Exit Through The Gift Shop

Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından, son zamanlarda izlediğim en güzel film!
29.Uluslararası İstanbul Film Festivali - NTV Belgesel Kuşağında yer alan bu yapım için Dünyanın ilk sokak sanatı felaket filmi deniyor. Aslında Banksy hakkında olması planlanan bu film, çekimler esnasında tamamen raydan çıkıyor ve (hakikaten tırnak içerisinde) “belgesel yapımcısı”, Fransız Terry Guetta’yı merkez alıyor. Prömiyerini Ocak’ta, Sundance Film Festivalinde yapmış bu yapım, çağdaş sanata ve özellikle sokak sanatına ciddi bir pencere açıyor.

Açıkcası filmin konusunu ilk okuduğumda grafiti, resim vb. ilgi alanlarımın da etkisiyle zaten çok merak etmiştim ama bu kadar komik, ironik, tuhaf ve eğlenceli bir belgesel izleyeceğimi tahmin dahi edemezdim!

Banksy’i biraz tanıtmakta fayda var. Gerilla artist olarak da anılan Banksy, oldukça ünlü bir sokak sanatçısı. Eserleri, dünyanın çeşitli metropollerinin duvarlarını süslüyor ve görenlerde soğuk duş etkisi yapıyor. Özellikle savaş karşıtı, çevreci, tüketim çılgınlığını eleştiren çarpıcı eserleri var. Yüzünü kimse görebilmiş değil. Belgeselde de zaten yalnızca ellerinin görüntülenmesine izin veriyor.
İşte bu muhalif ruhun bazı işleri;

17banksyES_468x606

banksy3

sweep_banksy_1031

banksy-robs-hong-kong-6

banksy2

banksy_bang300_300x400

banksy-

baafc_toxic_banksy_rat

banksy-1

banksy-2

banksy-3

Son resim bomba! Müzeye gizlice giren Banksy, mevcut eserlerin arasına kendisininkini yerleştiriyor ve ortaya işte bu manzara çıkıyor…

Film, yalnızca Banksy’i değil birçok sokak sanatçısını da tanıtıyor. Örneğin invader, bana ilham veren diğer sanatçı. Adam kafayı 70’lerin bilgisayar oyunu “space invader” ile bozmuş ve oradaki karakteri, mozaikten, rengarenk yaparak şehrin çeşitli yerlerine yapıştırıyor. Tutkusu karşısında etkilenmemek elde değil. Çalışmalarını sonrasında istila haritasından da takip edebiliyorsunuz. Invader, projeye ilk olarak 1998’de Paris’ten başlamış. Şu anda birçok büyük metropolde (New York, Paris, Amsterdam, Barcelona, Tokyo vs vs..) bu mozaiklere rastlamak mümkün.

space_invader_tile_bricks_london 800px-Space_Invaders_Paris

 

 

 

 

 

Film, grafiti, sokak sanatı, pop art, muhalif olmak, bir işe tutkuyla bağlanmak vb. birçok ağır düşünceyi inceden zihninize şırınga etse de dediğim gibi eğlendirmeyi de kesinlikle ihmal etmiyor. Ayrıca sonlara doğru bu cidden bir şaka (!) olmalı diyorsunuz. Nazik ruhlar için detay vermiyor, bu filmi özetle izlemenizi tavsiye ediyorum…

Müzik: Richard Hawley / Tonight the streets are ours

Perşembe, Nisan 08, 2010

happy tree friends

Happy Tree Friends, ilk bakışta inanılmaz neşeli müziği ve burnu kalp şeklindeki rengarenk tavşancıklarıyla çok sempatik, dünya tatlısı bir çizgi film gibi gözükebilir. Ama kesinlikle öyle birşey değildir. Kanınızı donduracak soğuklukta espriler ve Tarantino tadında kan revan görüntüler çok gecikmez. Narin ruhların hoşlanmadığı ve bir kısım insanın da “bu ne lan?” dediği happy tree friends’i şahsen ben ilk izlediğimde gayet kopmuştum! ::::)

Aşağıdaki ilk video Eyes Cold Lemonade (yalnız bu çok leş. hakikaten narin ruhlar izlemesin…)
ve ikincisi Flippin' Burgers (bu bombastik, benim faworilerimden…)

 

Salı, Nisan 06, 2010

üşenmeye üşenirken…

Lazy_Me_by_gilad

-şiirden bozma bu garip yazı, tüm üşengeç ruhlara armağan olsun :)kıhkıh-

 

bugün enerjim yok. ne evi toplamaya, ne yemek yapmaya, ne de oje sürmeye…
bugün böyle. nirvana dinliyorum sadece…

buzdolabında çürümüş bazı meyveler var, onları da atmıyorum çöpe…birazdan çamaşırları asacağım. tek aksiyonum budur. çok susadım lan bi de…

kitap okumak istiyorsam da feci üşeniyorum. aklıma acayip resimler geliyorsa da çizmiyorum. bazen hiçbirşey yapmamak en güzeliymiş. vallahi tadını çıkartıyorum.

işin garibi çok mutluyum. mutluyum ama enerjim yok. “bu nasıl olur” demeyin, düşünesim dahi yok.

feci susuyorum. çok feci. ama kalkıp almıyorum. bunun yerine öylece bekliyorum. susamam belki geçer diye…

aslında dostlarım özetle; ben daha bile üşenirdim ya,
çok üşeniyom üşenmeye…

serve the servants!

Pazartesi, Nisan 05, 2010

bugün kurt cobain’i anmadan geçmek olmazdı…

KurtCobain-1 

lounge act!

bi galeri bi müzik

DeviantART’da farkettim ki çok fazla galeri geziyorum. Yüzlerce fotoğrafa, illüstrasyona bakıyorumdur… Beğendiklerimi buradan paylaşmaya karar verdim. Ayrıca bu gezintilerime eşlik eden müzikleri de unutmayıp onları da paylaşacağım... 80’lerden kalma “bi alışveriş - bi fiş” tadında…

 

BICYCLE_by_cetroboTOURNICOTI_TOURNICOTA_by_cetrobo

big_Menage_by_cetrobofirewood_by_cetrobo

 PAINTING_by_cetrobo Spirale_by_cetrobo

Galeri: Cetrobo (33 yaşında fransız bir fotoğrafçı)
Müzik: dandadan – kara araba (ismi gibi enteresan bir grup)

Pazar, Nisan 04, 2010

rutinle cebelleşirken inceden duyulan özlem

Yorgundu; uzun bir gün olmuştu. Anahtarıyla kapıyı açtı ve sonunda evdeyim diye geçirdi içinden. Paltosunu çıkarırken sebepsiz, ani bir ürperme duydu. Sanki evde yalnız değildi; birazdan tatlı bir gümbürtü kopacak, kardeşi “sürpriz!” diye salonun diğer ucundan fırlayacaktı.

Işığı açmak için salona girerken bu yüzden temkinliydi. Eğer kardeşi böyle bir sürprizin peşindeyse, o da “hah-haa biliyordum!” diyecekti.Tuttu nefesini, açtı ışıkları! Ama salon bomboştu. Arka odalara kulak kabarttı. Birşey olduğu yoktu. Bu fikre nasıl kapıldığına hayret etti. Yalnız olduğu için rahatladı ama aynı anda korkunç bir de huzursuzluk duydu. Ne zamandır kardeşiyle adam akıllı sohbet etmiyordu… Görmezden gelse de o an yüreğinden bir bulut koptu…

Gece, her zamanki gibi üzerinden akmaya başladı… Bu sefer yalnız değildi, bulutu hissedebiliyordu. Gece ilerliyor, bulut usul usul yağıyordu. Saat gece yarısını vurduğunda huzursuz bir uykuya yakalandı. Rüyasında bulutla tepedeki çimenliğe çıkmış kardeşini arıyordu…

the-clouds-by-finvara

Not: Birkaç hafta önce tiyatro kursundan eve dönüşte düştüğüm bir not… ben zaten ne zaman kardeşimi özlesem ankara’daki evimizde olduğu gibi odasında bulutsuzluk özlemi dinlediğini düşlerim…

Related Posts with Thumbnails

en çok okunan top10 şaheser