Pazar, Aralık 26, 2010

santa jack

her sene girdiğim “nothing changes on new year’s day” tribinde hiç değilim… bu sene ilk kez evi süsleyesim, klişe her işi yapasım, arkadaşlarıma hediye alasım ve neredeyse şöminenin üzerine çorap asasım var! :x

image

Uncle

Festivalden sonra birkaç kez daha izledim de harbi çok iyimiş; özellikle de şu kavga sahnesi… uncle became not uncle…

Cuma, Aralık 24, 2010

A Catfish Tale

6.İstanbul Animasyon Festivali’nde en iyi video klip ödülünü alan filmin adını hatırlayınca yazacağım demiştim… Hatırlayamadım tabiki :) ama sonunda IAF, ödül alanları web sitesine ekledi, bende ordan kopya çektim.

buyrun işte bahsettiğim, renklerine bayıldığım, koşup renkli kalem, pastel felan alıp resim yapasımı getiren ve bu garip cümlenin sorumlusu video klip: A Catfish Tale

Pazartesi, Aralık 20, 2010

Miss Potter

image

 

Bir film, “Miss Potter” bana ancak bu kadar ilham verebilirdi…     

          

         

imageimage

image

image imageimage

Pazar, Aralık 19, 2010

animasyon festivali

image6.İstanbul Animasyon Festivali 16-19 Aralık tarihleri arasında Pera Müzesinde gerçekleşti. 140 filmin yarıştığı  festivale Türkiye’den de 33 film katıldı. Filmler arasında sevgili Özgür Kızıldağ’ın ilk filmi Alter Ego da vardı.

İzlediğim filmlerden özellikle Alter Ego, Ink, Uncle ve Muzorama’yı beğendim. Ayrıca en iyi animasyon film seçilen dalgacı, yaratıcı Logorama, en iyi video klip ödülünü alan ama ismini hatırlayamadığım film (hatırlayınca söz yazacağım) ve en iyi öğrenci filmi l'Arithmétique görmeye değerdi…

Buyrun Muzorama’yı izleyin de zihniniz ters köşe olsun Smile

Pazar, Ekim 24, 2010

s1_weekends volume bilmem kaç?

imagediyebilirim ki bütün pazar kitap okudum; “brida”

öğleden sonra şabaniye izledim… o ne güzellik öyle şabaniyem! (şabaniye hani töre cinayetinde yavrusu öldürülmesin diye adile naşit’in oğlu şaban’ı kadın kılığına soktuğu film…) ikinci molamsa biraz bilinçsizce oldu; up’ı gördüm ve kendimi bi daha izlerken buldum. veeee ah nasıl unuturum(gırrrrr) kışlıkları çıkarttım… “bir” dolaba sığmanın yolunu seneye kesin bulacağıma söz vererek… ve giymediğim tüm kıyafetlerimi başkalarına vereceğime yemin ederek. mütevazi olacağım. ve mutlaka 5 kilo vereceğim. gırrrrr…

haftasonu bir de çoğunluk’a gittim… yeni sinemacıların yeni filmi. beğendim ben.

böylece geçti işte bir haftasonu daha… yeniden brida’ya gömülmeden hemen önce jeff buckley abimizden grace dinleyesim var… siz de dinleyin… cheers,

Pazar, Ekim 17, 2010

can’t carry on

Karakalem çizip, bilgisayara aktardım. Üzerinden tablet pen’le geçtim ve photoshop’ta renklendirdim… photoshop’ta soft oil pastel ve diğer pastel brush’ları kullandım… öyle çok brush var ki kafayı yedim… eğlendim :)

can't carry on

Cumartesi, Ekim 09, 2010

migros sanal market mucizesi

Dün gece 2’de, basbaya uyumadan önce, migros sanal markete girip eksik-gedik ne varsa bir güzel alışverişimi yaptım! Siparişler demin geldi… Yolda (bir arkadaşım sağolsun tanıştırdı, günlerdir bu grubu dinliyorum:) )  eşliğinde bir ritme bağladım, şimdi mamalarımı yerleştiriyorum…

Zaten ambalajlı alacağın ürünler belli.. karpuz-kavun hesabı mıncık çekmeye gerek yok ürüne. ürün belli, sen belli. ha diyeceksin ki migros pahalı… olabilir. ama tamam da kardeşim bu soğukta evinin kapısına kadar da (asansörsüzler dikkaat!) ücretsiz getiriyorlar. benim zaman maliyetimi, sinir ve buhranımı hesaplarsan aradaki fiyat farkına değer yani. bence.

Felsefe şu: ağır ne varsa alacaksın; 6’lı soda, 6’lı cola, 6’lı miller, domestos çamaşır suyu, dana boy persil detarjan, öküz boy vernel yumuşatıcı vs vs.

Ayrıca bu sefer dur bakkem nası getirecekler deyip hagendazs cheesecake dondurma da sipariş ettim. Meğer araçta buzdolapları varmış, hani bozulacak şeyleri oraya koyuyorlarmış… miss misss…

buyrun Yolda’yı siz de dinleyin;

image

Çilli güzelim, Yeniden, 6-30 Vapuru hemen dinlene…

Çarşamba, Eylül 29, 2010

way too fat

bunu ben çizmiş olmalıydım!
dedim görür görmez… :)

Stuck_by_JollyRotten

illustrasyon: Jolly Rotten

e-kitap okumak için NOOK!

image

Barnes & Noble, Ekim 2009’da elektronik kitap okumak için yepyeni bir ürün piyasaya sürdü; NOOK. Ürünün Amerika’daki fiyatı 149 USD. Wi-Fi yetmez, 3G de olsun derseniz fiyat 199 USD’ya yükseliyor. Gerçek kitabın yerini tutar mı? gelecek nesiller böyle mi kitap okur ve kağıt tarihe mi karışır… orası bilinmez ama aşağıdaki nook kılıflarına bayılmadım dersem yalan olur!

Ürünün Boyutları: yakl. 1,3 x 20 x 12 cm ve 328 gram

 image

Çarşamba, Eylül 08, 2010

baston ve motorsiklet

Sabahın serin saatleri, işe doğru yürüyorum. Motorsikletinden inen takım elbiseli bir adamla kaldırımda ona doğru yürüyen bastonlu bir dedenin sohbetine tanık oluyorum. Dede bastonuyla motoru dürter gibi yapıp; “Oh ne ala, siz motora, biz bastona biniyoruz” diyor :) sitem değil daha çok nükte ve eğlenmek niyeti. Aydınlık gülümsüyor dede; ben de aydınlanıyorum, düşünüyorum; koca bir yaz geçti, motor ehliyetine başvurmadım… ömür geçiyor… bu dede gibi bastona binmeden önce bir motor ve ehliyet almak istiyorum. piaggio beverly 250 mesela…

imageimage

 

Not gibi bir halin var bebeğim:
Diğer yandan insanın yaşlılığıyla böyle dalga geçmesi de çok hoşuma gitti :) bastonum olursa bir gün neler yapabilirim onu düşündüm…

  • Ağlayan çocukları sussun diye götünden dürtebilirim
  • burnumdaki sümüğü çıkartıp, bastonun ucuna sürer, sevmediğim insanlara sürtebilirim
  • gençlerin ayağına bastonumla ve tüm ağırlığımla basıp sonra da pardon ewladım görmedim felam derim, hihohaha…
  • kapanan metro kapasını, asansör kapısını da bastonumla tutarım.
  • aaa ayrıca bastonumu kendim boyar bi tasarım yaparım. ve belki çok tutar da sekseninden sonra köşeyi dönerim…

kız daha kimbilir neler neler yaprım ben o bastonla… :) salla motoru en iyisimi bastona binmek :P

Cumartesi, Eylül 04, 2010

bookmarks

2 seri kitap ayracı planlıyorum:
1) Cute Bookmarks
2) Scary Bookmarks

bu aşağıdaki cute olan… scary olanlarda işte benim kargadır, zombidir felam olacak ve onlar hep siyah beyaz olacak… ama işte bunu çizdim ve tüm enerjim çekildi, kal geldi :( halbuki devam etmem lazım… pıffff…….!

image

Perşembe, Ağustos 26, 2010

the art of tim burton

 image image
 
Tabiki deliye döndüm! Tim Burton’ın binden fazla illüstrasyonu bir kitapta toplanmış… 
Internetten bulabildiğim kadarıyla “The Art of Tim Burton”, 434 sayfadan ve 13 farklı bölümden oluşuyor. Satışı sadece internetten olacak!? o ne yaaa dedirten bu uygulamayı biraz daha açalım; yani internet dediysek amazon.com dan değil, kitabın satışı sadece Steeles Publishing’den olacak. Dolayısıyla kitapçılarda da göremeyeceğimiz bir ürün gibi duruyor kendisi… Resmi web sitesinden öğrendiğim fiyatlar şöyle;
Standart Edition: 69,99 USD
Deluxe Edition: 299,99 USD
detaylar için tıklayanzi

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

yan gel yat s1

Dün bu filmi izlerken uyuyakaldım. Halbuki nasıl da ilginçleşiyordu konusu… imdb skoru 8,0 ve 54K adam oylamış, 17 ödüllü felam. Üstüne üstlük sci-fi…Buradan da anlaşıldığı üzere 23:30’da başlayan film, ne kadar harika olursa olsun, 1 saat sonra badem oluyor artık. pööff…. ama bütün gece resim yaptım be kardeşim uykuyu haketmiştim. Bugünse 5N 1K ayağına hiç resim yapamadım. Hatta hiçbirşey yapmadım… Halbuki resim üstü şu film izlenecekti… programımın gerisindeyim. pııffff…

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

sabah 7:10

Sabahın erken saatleri... İşe koşuşturan insanlar günün ilk sahipleri. Telaş ve mahmurluk bir arada. Sanki sokakta  değil de evlerimizin koridorlarında koşuşturuyoruz. Samimi bir pespayelik var. Saçlarını henüz taramamamış kadınlar. Kravatını henüz bağlamamış adamlar. Duştan yeni çıkmış, saçlarını alelacele kafasının üstüne tutturmuş kadınlar. Ve asıl alelacele sırtımıza tutturduğumuz sorumluluklar… Ne için koşturduğumuza emin olamadan geçen sabahlar, yıllar. Uyanmamış gözler, uyanmamış umutlar, hayaller…

Cuma, Ağustos 13, 2010

i love the way you are breaking my heart

imageimage

Bugün Bernard and Doris’i izledim. Tütün milyarderi Doris ve onun tüm mirasını bıraktığı hizmetçisi Bernard’ın gerçek hikayesi… Günün kalan kısmında da aşağıdaki şarkıyı keşfetmenin keyfini sürdüm ;)

I love the way you're breaking my heart
It's terribly, terribly, terribly, terribly thrilling
I love the way you're breaking my heart
Although you're gonna ruin it
It's heaven while you're doin' it
I love the way I feel when we kiss
You're terribly, terribly, terribly irresistible
Sigh to me, and lie to me, you really know how
It's gonna hurt tomorrow, but it feels so good now
So darling, just keep playing your part
Take your time and really finish the things that you start
'Cause I love the way you're breaking my heart!

dinlemek için tıklayın

Salı, Ağustos 10, 2010

karşımdaki festival

Moviemax Festival kanalında izlediğim iki filmi paylaşasım geldi;

The Visitor
Hep “…mış gibi” yapmış ve neredeyse tüm hayatını heba etmiş, yalnız, dul bir profesör, bir konferans için New York’a gidiyor ve hayata bambaşka bir pencere açıyor. Film 9/11 olayından sonra Amerika’nın azınlıklara gösterdiği o sert ve neredeyse çirkin yüzünü de yorumsuz aktarıyor. Oscar adaylığı da bulunan 13 ödüllü, sıcak ve samimi bir film.

Control
Film baştan sonra Budapeşte metrosunda, sembolik karakterleriyle, oldukça karanlık ve fantastik bir dünyada geçiyor… 17 ödüllü bu yapım, Macaristan sinemasından enteresan bir örnek.

Çarşamba, Temmuz 28, 2010

memleket yeniden karışıyor mu?

Bugunku Radikal’i okuyunca kafatasım uğuldadı…
bir yandan muse dinliyordum… ve aşağıdaki resimler sanki uno’nun video klibiydi :(

image

Pazartesi, Temmuz 19, 2010

oyun


Toros’larda bir köyde yaşayan bir grup kadın tiyatro yapar ve gazeteye haber olur. Olayı gazeteden öğrenen Pelin Esmer, bu kadınlarla tanışmak ve belgesellerini çekmek için oraya gitmeye karar verir. Kadınlarsa, ikinci kez tiyatro yapacak ama bu sefer kendi hayat hikayelerinden derleyecekleri özgün bir oyunu oynayacaklardır… İşte Oyun, 5.5 hafta süren bu sürece tanıklık ediyor. Biraz kurmaca, daha çok belgesel, ama harika ve eğlenceli bir film!

Pelin Esmer, bu film için 3 kişilik ekibiyle 5.5 haftada toplam 94 saat film çekmiş. Ardından 94 saati, 74 dakikaya indirebilmek için 2 yıl boyunca farklı montajlar denemiş… Bu hummalı çalışmaya da değmiş doğrusu, film birçok festivalden ödülle dönmüş.

Belgeseli izlediğim dönemlerde ben de tiyatro provalarına gitmekte olduğumdan inanılmaz komik paralellikler bulup eğlendim…

Özetle; filmi izlerken bir yandan Türkiye’nin gerçekleriyle yüzleşiyor, bir yandan bu kadınların zorluklarla başetme yollarına, yaşam sevinçlerine, tiyatronun evrensel gücüne ve onların bu süreçteki değişimlerine tanık oluyorsunuz. Belgesel seviyorsanız bu eğlenceli yapımı kaçırmayın!
(ayrıca DVD’si çıktı, orjinalini almakta fayda var derim…)


Fragman için tıklayın

Filmden kareler:

imageimageimageimageimageimage

Salı, Haziran 29, 2010

yarmagül

Bugün işten eve dönerken kafamı yardım… Evet aynen öyle oldu. Aslında yolda yürürken görünmez(!) bir tabelaya tosladım da denebilir. Koskoca sokakta bir ses çıktı, utandım resmen… birşey olmamış gibi yoluma devam etmeye kalkıştım ama ne memkün, kanlar akmaya başladı. Allahtan 3 adım sonra eczane.

Neyse eczanede müdahele ettiler sağolsunlar… biara aptallaşıp “çok pardon yerlerde kan oldu” felan dediğimi hatırlıyorum; şoktan herhal saçmaladım… Sonrasında yaşanan dikiş gerekir/gerekmez çıkmazında, oyumu gerekmezden kullanıp,  tetanoz mu tütütü allah korusun diyerek, kafamda koca bir gazlı bezle hızla uzaklaştım oradan. Allahtan 4 adım sonra ev.

Yalnız biara eczanedeki amca “aman aman… mikrop kapmasında mühim olan o…” dediğinde kafamdaki yarıktan bir düşünce balonunun yükseldiğine yemin edebilirim. Balonda; mikrop kapan yarık yüzünden tüm saçlarımı kazıtmak zorunda kaldığımı, kazıtınca aslında kafamın eğri! olduğunu, eğri çıkan kafama tüm çocukların güldüğünü? felan gördüm…
kimdi lan o çocuklar?

Cumartesi, Haziran 26, 2010

ev kuşu

Cumartesi erken (10’da) kalkıp aynen tvnin karşısına yığıldım. Son zamanlarda tiyatro provalarından vs evimin tadını pek çıkartamamış olacağım ki gözlerimle sevmedeyim evimi… bir yandan da belgesel izliyorum. Birden dur dedim lan şu normal ulusal kanallarda hele ne var… vee soluğu aptal paparazzi programlarında aldım.

Ne zamandır izlemiyordum baktım hiçbirşey değişmemiş… Sibel Can yine kilo almış (bu sefer kollarına almış sanki o kiloları… dana gibiydi kolları, gözümü alamadım). Sonra Demet Akalın evlenmiş? Bu Demet Akalın’la kocası show tv de bok gibi bir programa imza atacaklarmış; evlerini bize açıp en samimi halleriyle izleyicilerin karşısında olacaklarmış felan. Bööeyk dedim izlerken (sonra gerçi Denise Richards E! kanalında bunu yaptığında yalan yok izliyordum… ama şimdi Denise’le Demet bir mi ya!? çatık kaşla hınnn).

Ajda Pekkan’ın sahne kıyafetleri ise az sonraydı… Derken birkaç görüntü yayınlandı; baktım, biraz tedirgin oldum… yakışmıştı ama yine de tedirgin oldum. Hatta çizesim geldi; böyle bir hortlak canlandı gözümde, saçları kuru dallardan, gözlerinin altı halka… teni ise bembeyaz... ölmüş olmasına rağmen şehvetli bir kıyafeti var...  niyeki?  bak yine tedirgin oldum…tv’yi kapadığım gibi soluğu burda aldım… belki birazdan resim yaparım ;) hem how i met your mother sezon 2 beni bekler. allahım evde olmak ne güzel…

Perşembe, Haziran 17, 2010

Sebahat Abla

Kahvenin önünden
Şöyle salınıp geçerken
Hayat dururdu sanki
Zamana değmeden

Bulaşır neşesi
Konuşup söylerken
Dağılırdı gam keder
İnsanın kalbinden

Mahallenin sevgilisi
Kadeh gibi çınlar sesi
Yaz kış açık penceresi
Ah, Sebahat Abla

Patiskadan perdeleri
Rüzgar taşır etekleri
Saksıları, çiçekleri
Ah, kokuyor hala

* * *
Camlarına vururken
Batan güneşin rengi
Radyoda ince saz
Söyler kalptekini

Ne ruhun esrarı
Ne aşkın kudreti
Herkes öder gün gelir
Payına düşeni

Mahallenin hafiyesi
Siyah meşinden ceketi
Yara gibi gülümserdi
Ah Eşref Abi

Rakıyı susuz içerdi
Sebahat ablayı sevdi
Ortalığı duman etti
Ah Eşref Abi

* * *
İkisi de sahipsizdi
Kimse bilmez neden bitti
Kavuşmadan kaderleri
Bu şarkı bitti

Perşembe, Haziran 10, 2010

sevemedim ben bugünü…

Şarkıların ne acayip bir gücü var. İnsanı, dinler dinlemez içine çekiyor ve o anın taşıdığı ağırlığın altında ezebiliyor.

Birkaç yıl boyunca hemen hemen her sabah, Duman’ın Seni Kendime Sakladım albumuyle işe gittim… Hiç bıkmadan bu albumu dinledim. Ve hiç bıkmadan işe gittim. Her sabah… Yanıbaşımdan şarkısının yeriyse ayrıydı. Bu şarkıya, sabahın anlamsız sessizliğini yara yara eşlik ederdim.

Sabahları işe giden bir ben vardı işte… varınca çaresiz arabadan inen, işe yürüyen, görenlere günaydın diyen ve gülümseyen, samimiyetsiz, sağır, dilsiz, korkak bir ben…
Her sabah bir ben,
içimde bir ben daha…

dead-walk-by-esvan-1 dead-walk-by-esvan-2 dead-walk-by-esvan-3

Salı, Haziran 08, 2010

Botero İstanbul’da!

Botero ne lan? demeyin!
yoooo dediniz duydum.
Kendisi ressam…
Üstüne üstlük yaşarken efsane olmuş bir ressam… Güney Amerikalı, aslen Kolombiyalı bir figüratif. Abartılı üslubu ve şişman figürleri, insanın bünyesinde bir nevi gıdıklanma etkisi yapıyor :) hatta naif ironisi rahatlatıyor bile denebilir. 4 Mayıs – 18 Temmuz 2010 tarihleri arasında Pera Müzesinde sergisi var. Kaçırmayın…

Buyrun çalışmalarından örnekler;

image image

image image

image image

image image

 

Çeşiti bilgiler sinsilesi;

Sergi 64 yapıttan ve 6 bölümden oluşuyor…

Botero, özellikle Ebu Garip işkencelerinin fotoğraflarından yola çıkarak yaptığı betimlemeleriyle dünyanın en tartışılan ressamlarından biri oldu. Buyrun bu koleksiyonundan bir örnek; hatta kendisi de resminin önünde poz vermiş:

botero-resim-ebu-garip 

  
Botero, aynı zamanda heykeltıraş; buyrunsss şehirlere hediye ettiği heykellerden birkaç örnek:

botero-heykel-lizbon botero-heykel-singapur 
 

Özellikle Lizbon’a hediye ettiği heykelden sonra Botero’nun hastasıyız! diyor ve artık sizlere veda ediyorum… haydin cheers,
s1

çaldırılan çantanın ardından

Geçenlerde çantamı çaldırdım.

Ehliyetim, kredi kartlarım, nüfus cüzdanım yetmezmiş gibi kalemim, not defterim, 33 yaşında kullanmaya başladığım o çok sevdiğim kırmızı rujum, yaşam izlerim, not defterime yazdığım şiirlerim, çantayla birlikte yok oldu… Öyle üzüldüm ki sonunda kendimden utandım… Ve anladım ki;
martı gibi özgür olmalı insan!
iki yanda bomboş kolları
alıp başını gidebilmeli
ve her gidişle
yeniden başlayabilmeli…

Ihlamur Ağacı

Moda’daki o güzel ağaca

Koca gövdeli bir kadının
çiçekli elbisesi gibi
deli
takmış takıştırmış renklerini…
Gerdanından parfüm
kollarından bahar taşar
her yanından geçtiğimde
yüreğime bahar dolar

Perşembe, Haziran 03, 2010

zamana değmeden

Aslında ben bambaşka bir yerde uyanmalıyım yarın. Evet! Uyanınca hemen mayomu giymeli ve kahvaltıya inmeliyim. Bayaaaaa yüzesim var. Su, berrak ve tatlı bir soğuklukta… hissedebiliyorum. Ama tatile gidesim yok. Yo, yo, cidden yok. Benim tatilin içinde bir anda beliresim var!

Aslında…
Aslında bazen işte benim bir daha çalışasım gelmiyor. Resim yapasım geliyor. Öyle iş güç değil bambaşka bir özgürlük arzuluyorum. Bu duygu çok güçlü gelince tırsıyorum. Tırsmazda ve işten güçten yorgun yığılmazda resim yaparsam ama o an işte hayat duruyor, sanki zamana değmeden yaşıyorum…

sebahat abla

Pazar, Mayıs 23, 2010

çiçek böcek insanları

Çiçeklerinizi en son ne zaman suladığınızdan emin değilseniz,
hatta kendiniz susadığınızda dahi kalkıp su almaya üşeniyorsanız,
bu çiçek tam size göre!

mum çiçeği mum çiçeği dedik ya

Kendisi Mum Çiçeği.
Hakikaten yakından bakınca mumdan yapılmış gibi… Ayrıca haftada bir suluyorsun, hatta birkaç hafta sulamıyorsun, o mutlu mesut hayatına devam ediyor. Çiçek dediğin bu frekansda sulanmalı hocam! 2 sulamadık diye hemen solmamalı. Doğrusu aradığım herşey bu mum çiçeeeeende var :)  bu çiçeğin diğer adı hanzo çiçeği olmalı; adeta hanzo ruhlar için yaratılmış! ehuehuehuehueh :))

Pazar, Mayıs 16, 2010

hayatın gurmeleri

Birşeyi tutkulu bir şekilde önemsemek gerçekten nasıl bir his?

Ressam, yazar, mucit, gitarist, besteci, tiyatrocu farketmez, ben ne zaman hayatını tutkuyla birşey yapmaya adamış birini görsem özeniyorum. Sanki evren herkese özel birşey sunmuşta, onlar bunu farkedebilmiş azınlık; onlar hayatın tadını çıkartan özel gurmeler…

Salı, Mayıs 11, 2010

parlak yıldızlardık o zaman

image

Haftasonu boynumda fotoğraf makinası, ben öylece bir kenarda otururken, “abla abla bizi çek!” dedi bu iki afacan! (gız abla diyen dillerinizi didim…) Sonrada tüm gülücüklerini nefes verir gibi pufffff diye söndürüp, bana bu resmi pozu bıraktılar :) Aslında şaşkınlığımı atabilseydim, onlarla biraz sohbet edip daha doğal bir poz da yakalayabilirdim… ama ne mümkün! :S

Bu fotoğrafı niye koydun a-be-caaanım diyenler için geliyorum konuya;
Şimcik efendim bu fotoğrafı öyle tonudur, açısıdır, ışığın debisidir gibisinden artistik/teknik açılardan bir şaheserdir diye koymadım. Bu pozu çekerken ve sonra onlar giderken arkalarından baktım… ve çok eski zamanlara gittim… Arkadaşımızla böyle poz verdiğimiz, böyle sarılıp yürüdüğümüz zamanlara… Çocuk olduğumuz zamanlara…Herşeyin bir oyun, rekabet ve şaka olduğu zamanlara… Zamanın sonsuz olduğu o yaz aylarına... Gülmekten karnımıza ağrıların saplandığı, yıldızlarla, ağaçlarla daha çok iletişim kurduğumuz ve tırnaklarımızın toprakla dolduğu o eski zamanlara gittim işte… Hızlıca gittim ve geldim.

Yeni Türkü – Günebakan

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

senden önce ölmek

Geçen gün ilkbaharı, ağaçları, ağaçlardan yayılan mis kokuları öyle derinden hissettim ki ölecekmişim gibi geldi. Ölecekmişim de vedalaşıyormuşum gibi. Enteresan bir duyguydu…

Yaşamı derinden hissetmek, ölüme de yaklaştırdı belki kimbilir. Ölümü düşündüğümden değil. Hayır, henüz düşünmüyorum bunu… Yalnızca o an, bir gün öleceğimi derinden idrak ettim. Sonsuza kadar devam edecekmiş gibi dursa da yaşam bir gün bitecekti… Şimdilik bir ipe inci gibi dizmekteydim her anımı… ama ipin boyunu kim bilebilirdi?

Gözlerimi kapattım ve dünyanın tüm güzelliklerini içime çektim… Anladım ki ölmek değildi bana koyan! olsa olsa sevimsiz cenaze adetlerimiz ve arkamda bırakmak zorunda kalacağım sevdiklerim…

 

BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

Nazım Hikmet
18 Şubat 1945

Pazar, Mayıs 02, 2010

sundea

image Sandiii diye okunan bu harika dondurmanın bir döneme damgasını vurduğu kesin... Akışkan dondurması mı yoksa üzerindeki sıcak çikolata sosu mu daha etkileyiciydi bilemiyorum... Belkide 80’lerin az seçenekli dünyasında o bir ilahtı… Sonuçta kalbimizdeki yeri ayrıydı.

Hatırlıyorum çocukken çoğunlukla cheeseburger menü ve sundea’yi aynı anda alırdık. Neden aynı anda alırdık şimdi düşünüyorum, bulamıyorum; saçma yani, erir bir kere…

Bugün birer sundea alalım dedik; ne zamandır yemiyoruz… Kardeşimle kasaya doğru yürürken; “sundea yazıldığı gibi okununca araba markası gibi oluyo, demi ya ehehehe” diye gevrek gevrek gülmeye koyulduk… dur dedim sakın gülme, kasada siparişi böyle verecem! ve hiç utanmadan bu şekilde sipariş verdim :) 3 sundea istedim… kasiyer inandı bana. bıyık altından dana gibi sırıttı… ve hayatla dalga geçmeyi ihmal etmeden hemen arka taraftaki arkadaşına benim siparişi tekrarladı. Ama aynen benim söylediğim gibi… feci geyik oldu ortam! çok şekerdi :)

şşt şşt sakin ol!
 

Not:
bir de bu şarkını klibi neydi hele allahım…! umarım aşağıdaki açılır…

Related Posts with Thumbnails

en çok okunan top10 şaheser