Yakınlarda iş için Malatya’ya gittik. Nerden başlasam anlatmaya bilmemki…
Öğle yemeğini oto sanayinin ortasında bir kasapta yedik. Anacım o nasıl pirzola! O nasıl lezzet! Hele acılı bir ayran yapmışlarki aklım çıktı; ben nasıl düşünemedim bunca zaman hiç anlayamıyorum.
Süs biberini ekleyip bir gün bekletiyorlar ayranı. Oluyor sana acılı ayran. Böyle buz gibi ayrandan bir yudum alıyorsun, tam ohh diyeceksin, o enfes acı tat kafanı karıştırıyor; serinlesem mi yansam mı karar veremiyorsun… Enfes bir buluş!
Ayrıca köye gitme şansım oldu! Köylerin isimleri de insanları gibi samimi. Misal Güzelyurt diye bir köy var; harbiden çok güzel. Yeşilköy var sonra; yemyeşil… Hekimhan dolayları çok güzel…
Direkt ağaçdan meyve yemeyeli çok zaman olmuş... Her ağaçtan bir kayısı koparıp, yiye yiye gezdik tüm bahçeleri. Sadece kayısı değil, vişne, yeşil erik, kırmızı erik, meyve ağaçları, üzüm dolu asmalar, ezan gülü, kuzu kulağı, semizotu, roka bu lezzet bahçesinden aklımda kalan diğer öğeler…
Bazı dallar, kayısıları taşıyamayıp kırılmıştı; meğer bu sene mahsul çok iyimiş.
Sonra “pırtlatma” diye bir olgu varmış onu öğrendim!
:) şimcik efendim, bu kayısılar ağaçlardan toplanıp, güneşte kurumaya bırakılıyor. ardındanda el emeği pırtlatma seansı başlıyor; yani kayısının çekirdekleri pırt diye çıkartılıyor.
Yörenin insanları da öyle güzel ve misafirperver ki… Gözlerinden dostluk kıvılcımları şakıyor; önce gözleriyle ve sevgiyle hoşgeldin ediyorlar sizi. İnsana iyi biri olmanın ne kadar kolay olduğunu hatırlatıyor...
s1 bu yazıyı yazarken ağaca tırmanmadan büyüyen şehirli çocuklar için üzülüyor ve
Redd’den plastik çiçekler ve böcek dinliyor…